-
1 çok belirgin ima
n. broad hint -
2 broad hint
çok belirgin ima -
3 broad hint
çok belirgin ima -
4 el
el s1. 1) Hand f\el \ele Hand in Hand\el çırpmak in die Hände klatschenbir şeye \el koymak etw beschlagnahmen [o einziehen], etw sicherstellenbir şeyi \el altından satmak etw unter der Hand verkaufen\elde etmek ( bir şeyi) erlangen/erreichen/bekommen; ( bir kimseyi) (für sich) gewinnen, erobern; ( kendi hizmetine almak) abwerbenbirini bir şey için \elde etmek jdn für etw gewinnenbir şeyi \elde tutmak etw besitzen\elden ağıza yaşamak von der Hand in den Mund leben\elden çıkmak abhandenkommenbir şeyi \ele almak ( fig) etw in die Hand nehmen, etw anpacken, etw ergreifen; ( konuyu, sorunu) behandelnbirini/kendini \ele vermek jdn/sich verraten\elimde değil es liegt nicht in meiner Hand, ich kann nichts dafür\elinde olmak/olmamak etwas/nichts dafürkönnen\elinden geleni yapmak sein Bestes [o Bestmögliches] tun, sein Äußerstes tun, alles Menschenmögliche tun\elinden gelmek können\elinden gelmemek nicht anders können\elinden gelmiyormuş gibi yapma! stell dich nicht so ungeschickt an!\elinden iyi iş gelmek geschickt seinbir şeyi \eline almak etw in [o auf] die Hand nehmenbirinin \eline su dökemez olmak ( fig) jdm nicht das Wasser reichen könnenbir şeyde \elini çabuk tutmak ( fam) mit etw schnell bei der Hand sein\elini kolunu sallaya sallaya mit leeren Händenbirinin \elini sıkmak jdm die Hand schütteln [o drücken]bir şeyden \elini ayağını çekmek sich zurückziehen von etw\elini ayağını öpeyim ich flehe dich anbirine \elini uzatmak jdm die Hand reichenbir \el bir \eli yıkar, iki \el bir yüzü yıkar ( prov) eine Hand wäscht die anderebirinci/ikinci \elden aus erster/zweiter Handçek \elini! Hände weg!sol/sağ \el(de) linke(r) /rechte(r) Hand\elle tutulur gözle görülür greifbar, handgreiflich; ( çok belirgin) deutlich erkennbarbu \el das liegt auf der Hand\elinden geleni yapmak alles tun, was in seiner Macht steht, sein Bestes geben\elinden gelmek können\elinden gelmemek nicht anders können3) ( iskambilde)iyi bir \eli olmak ein gutes Blatt (auf der Hand) haben2. s\el için çukur [o kuyu] kazan, kendisi içine düşer ( prov) wer andern eine Grube gräbt, fällt selbst hinein\el kazanıyla aş kaynatmak ( fig) sich mit fremden Federn schmücken -
5 prononcé
1 belirgin [beliɾ'ɟin]2 çok kuvvetli -
6 prononcée
1 belirgin [beliɾ'ɟin]2 çok kuvvetli -
7 جلي
جَلِيّ1. apaçıkAnlamı: çok açık2. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin3. aşikârAnlamı: açık, apaçık, belli4. belirginAnlamı: açık, bariz5. netAnlamı: bütün çizgileri belirgin olan6. besbelliAnlamı: açık, apaçık7. belirliAnlamı: açık ve kesin olarak sınırlanmış -
8 واضح
واضِح1. açıkAnlamı: kolay anlaşır veya vazıh2. belirginAnlamı: açık, bariz3. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin4. apaçıkAnlamı: çok açık5. vazıhAnlamı: açık6. sarihAnlamı: açık, kolay anlaşılır7. netAnlamı: bütün çizgileri belirgin olan8. zahirAnlamı: açık, belli9. aydınlıkAnlamı: açık olan, vazıh10. açıkAnlamı: kapalı ve engelli olmayan11. berrakAnlamı: duru, temiz, aydınlık, açık12. belliAnlamı: bilinmedik bir yanı olmayan, malûm13. besbelliAnlamı: açık, apaçık14. belirliAnlamı: açık ve kesin olarak sınırlanmış -
9 بائن
بائِن1. aşikârAnlamı: açık, apaçık, belli2. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin3. apaçıkAnlamı: çok açık4. belirginAnlamı: açık, bariz5. besbelliAnlamı: açık, apaçık -
10 باد
بادٍ1. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin2. belirginAnlamı: açık, bariz3. aşikârAnlamı: açık, apaçık, belli4. apaçıkAnlamı: çok açık5. göçebeAnlamı: yerleşik olmayan (kimse veya topluluk), göçer6. bedevîAnlamı: çölde, çadırda yaşayan göçebe7. besbelliAnlamı: açık, apaçık -
11 بين
Iبَيْن1. ayrılışAnlamı: ayrılmak işi veya biçimi2. zıddiyetAnlamı: karşıtlık, birbirine zıt olma durumuIIبَيْنَmeyanAnlamı: ara, ortaبَيَّنَ1. açımlamakAnlamı: şerh etmek, açıklamak2. tarifIVبَيِّن1. belirginAnlamı: açık, bariz2. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin3. aşikârAnlamı: açık, apaçık, belli4. apaçıkAnlamı: çok açık5. besbelliAnlamı: açık, apaçık -
12 مبين
Iمُبِين1. belirginAnlamı: açık, bariz2. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin3. aşikârAnlamı: açık, apaçık, belli4. apaçıkAnlamı: çok açık5. besbelliAnlamı: açık, apaçıkIIمُبَيِّن1. endeksAnlamı: dizin, indeks2. emareAnlamı: ışaret, iz, belirti3. göstergeAnlamı: bir şeyi belirtmeye yarayan şey, belirti4. ibre -
13 متجل
مُتَجَلٍّ1. açıkAnlamı: kolay anlaşır veya vazıh2. belirginAnlamı: açık, bariz3. aşikârAnlamı: açık, apaçık, belli4. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin5. apaçıkAnlamı: çok açık6. zahirAnlamı: açık, belli7. aydınlıkAnlamı: açık olan, vazıh8. açıkAnlamı: kapalı ve engelli olmayan9. besbelliAnlamı: açık, apaçık10. belliAnlamı: bilinmedik bir yanı olmayan, malûm -
14 مفصح
مُفْصِح1. açıkAnlamı: kolay anlaşır veya vazıh2. apaçıkAnlamı: çok açık3. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin4. belirginAnlamı: açık, bariz5. zahirAnlamı: açık, belli6. aydınlıkAnlamı: açık olan, vazıh7. açıkAnlamı: kapalı ve engelli olmayan8. besbelliAnlamı: açık, apaçık9. belliAnlamı: bilinmedik bir yanı olmayan, malûm -
15 ملاحظ
Iمُلَاحَظ1. aşikârAnlamı: açık, apaçık, belli2. apaçıkAnlamı: çok açık3. belirginAnlamı: açık, bariz4. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin5. besbelliAnlamı: açık, apaçıkIIمُلَاحِظ1. kontrolörAnlamı: denetçi2. gözlemciAnlamı: dikkatle, eleştirici bir gözle gözlem yapan kimse3. gözcüAnlamı: gözlemek işini yapan kimse4. gözleyiciAnlamı: gözlemci, müşahit, rasıt5. denetçiAnlamı: denetlemeyle görevli kimse6. müfettişAnlamı: denetçi -
16 ملحوظ
مَلْحُوظ1. apaçıkAnlamı: çok açık2. belirginAnlamı: açık, bariz3. aşikârAnlamı: açık, apaçık, belli4. barizAnlamı: açık, göze çarpan, belirgin5. besbelliAnlamı: açık, apaçık -
17 thick
adj. kalın, yoğun, koyu, boğuk, sık, dumanlı, sisli, kalın kafalı, belirgin, yakın (arkadaş), aşırı, fazla————————n. kalın kafalı, kalınlık, en heyecanlı yeri, en çok olduğu yer* * *kalın* * *[Ɵik] 1. adjective1) (having a relatively large distance between opposite sides; not thin: a thick book; thick walls; thick glass.) kalın2) (having a certain distance between opposite sides: It's two inches thick; a two-inch-thick pane of glass.)... kalınlığında3) ((of liquids, mixtures etc) containing solid matter; not flowing (easily) when poured: thick soup.) koyu4) (made of many single units placed very close together; dense: a thick forest; thick hair.) yoğun, sık, gür5) (difficult to see through: thick fog.) yoğun, kalın6) (full of, covered with etc: The room was thick with dust; The air was thick with smoke.)... ile dolu,... ile kaplı7) (stupid: Don't be so thick!) ahmak, kalın kafalı2. noun(the thickest, most crowded or active part: in the thick of the forest; in the thick of the fight.) ormanın tam ortasında; en yoğun/kalabalık yer- thickly- thickness
- thicken
- thick-skinned
- thick and fast
- through thick and thin -
18 be much in evidence
v. çok göz önünde olmak, belirgin olmak -
19 be much in evidence
v. çok göz önünde olmak, belirgin olmak
См. также в других словарях:
elle tutulur gözle görülür (veya dille anlatılır) — çok belirgin, çok açık Sevim in güzelliği elle tutulur, dille anlatılır makbul bir güzellik değildir. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
açık seçik — sf., ği 1) Çok açık, çok belirgin 2) zf. Çok açık, çok belirgin bir biçimde Bu iki örnek de açık seçik gösteriyor ki çocuklarımızı kendi yetiştiğimiz gibi yetiştirmek hakkı bize verilmiş değildir. H. Taner … Çağatay Osmanlı Sözlük
apaçık — sf., ğı Çok açık, çok belirgin Apaçık bir yalanla kızı yanından uzaklaştırıyordu. H. R. Gürpınar … Çağatay Osmanlı Sözlük
cırlak — sf., ğı 1) Hoşa gitmeyen, çok belirgin renk 2) is., hlk. Cırcır böceği Birleşik Sözler cırlak cırlak … Çağatay Osmanlı Sözlük
haykırmak — nsz 1) Telaş, şikâyet vb. sebeplerle yüksek sesle bağırmak Bana katil diye haykıracak zannettiğim çehrenin parlaklığına aynada bakamadım. H. E. Adıvar 2) Çağırmak, seslenmek Kahkahayla karışık bir sesle merdivenden aşağı haykırdım. Y. Z. Ortaç 3) … Çağatay Osmanlı Sözlük
belirli belirsiz — sf. Yarı belirgin durumda, az çok belli olan Belirli belirsiz incecik bir çizgi arasından gördüğü garip bir surat. Ç. Altan … Çağatay Osmanlı Sözlük
kupkuru — sf. 1) Çok kuru Ağaçlar çıplak, demir gibi kaskatı ve kupkuru. P. Safa 2) mec. Belirgin, net Kazanç, her yerde kupkuru, dümdüz, apaçık menfaattir. F. R. Atay Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller kupkuru etmek kupkuru kesilmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
sokaktaki adam — is. 1) Genellikle kamuoyunun görüşünü dile getirdiğine inanılan herhangi bir kişi 2) Belirgin bir özelliği olmayan, sıradan adam Hüsnü Paşa nın oğlu olduğunu sık sık unutturup sokaktaki adam kişiliğine bürünmekten çok zevk alırdı. H. Taner … Çağatay Osmanlı Sözlük